Ergenlik yeniden doğmaktır ve hiçbir doğum sancısız olmaz!

Ergenlik yeniden doğmaktır ve hiçbir doğum sancısız olmaz!
Önemli olan, bu kritik ve hassas dönemde, çocuklarımızla sağlıklı bir iletişim kurabilmek ve onlara bu yeniden doğum sürecinde eşlik edebilmek…

Tüm bunları çok iyi bildiğimden mi yazıyorum?

Elbette hayır.

Mümkün mü?..

Yakın zamanda kaybettiğimiz küçücük evladımızın acısıyla kahrolup, kim bilir ne yanlışlar yapıyoruz endişesiyle “doktor bana bir çare” diyerek, güzel aklına, daima gençlerden ve çocuklardan yana olan altın kalbine ve eşsiz deneyimine başvurduğum, Çocuk ve Ergen Psikiyatristi, Uzman Doktor Hatice Akova yol gösteriyor Lodos okurlarına.

Röportaj: Özlem Buğday Yağmur


Ergenin işi zordur!
Bireyselleşmeye, birey olmaya çalıştığı süreç onun en kırılgan dönemidir. Araftadır onlar, gelgitlidir, atarlıdır, tutarsızdır! Bu nedenle hoşgürüye çok fazla ihtiyaçları vardır deyişine…

Kanatlarını koparmayın! Çocuklarınızı herkesten ve toplumdan önce siz taciz etmeyin!

Bırakın çekilsin o etekler yukarı, savurulsun saçlar, sürülsün pespembe rujlar. Korkmayın, panik olmayın, doğaldır ve geçecektir derkenki derinliğine…

Her şeyin doğrusunu bildiklerini ve hep doğruyu düşündüklerini zannederler ama öyle olmadıklarını fark edemezler, çünkü içgörüleri zayıftır!

Deyişindeki hakikate…

Bu en hassas dönemde eğitimcilere düşen, düşmesi gereken esaslı role, usul usul, ama bir o kadar da kesin bir dille dikkat çekişine…

Bu dönemin en kritik ve en tehlikeli tavrı olan özkıyım! Eğilimine ilişkin verdiği hayati bilgilere…

Hepimizi kahreden o olayın benzerinin bir daha yaşanmaması için tüm anne baba ve eğitimcilere yol gösterişine birlikte bakalım, öğrenelim ve ders alalım istedim.

Zira konu her şeyden önemli.

Evlattır bahse konu olan.

Ötesi yok…

***

* Neler oluyor gençlere? En çok da ergenlere?
Çocukluktan çıkan gençlere çok şey oluyor, hepimizde olduğu gibi. Çocukluk çağı, anne-babaya duygusal anlamda bağlı olunduğu, anne-baba otoritesinin ve kontrolünün çok güçlü olduğu bir dönem. Ergenlik dediğimiz zamansa, özellikle kız çocuklarında 10-12 yaşlarından itibaren başlayan, (erkeklerde 1-2 yıl daha geç başlar) öncelikle fiziksel gelişmeler ve sonra kafa değişimi… Kafa değişir. Çünkü her birey çocukluktan çıkmak zorunda. Aslında bir doğum gibi bu, kolay bir iş değil, ergenin işi hiç kolay değil. Ne oluyor o dönemde? Çocukluktaki olayların hepsi değişime uğramak zorunda büyümek için. Şöyle diyebilirim; çocukların leylekler tarafından getirildiğine 9-10 yaşına kadar inanılabilir. Ama sonra, 20 yaşında inanmamak lazım. Ya da anne babanın tüm güçlülüğüne 8-9 yaşına kadar inanılabilir. Güzel ve sağlıklı bir şeydir, ama 18 yaşında inanmamak lazım. Yani bu ruhsal gelişim aslında tamamen fiziksel gelişim gibi. Yani çocuğun emeklemeye başlamasındaki doğallık nasıl kendiliğindense, ruhsal gelişim aşamaları da oluyor. İşte ergenlerin işi o yüzden zor. İş sadece çevresindekiler değil, zihinlerindeki tüm kalıpların tekrar değiştiği, çevreye, topluma açıldıkları, ruhsal olarak doğdukları bir dönem ergenlik. Kendilerini bulmaya, kendilerini tanımaya çalıştıkları, fiziksel olarak, cinsel kimlik olarak, sosyal olarak, gelecekle ilgili planları olarak, anne ve babasından farklı bir birey olacağını fark ettikleri oldukça karmaşık ve zor bir dönem. Üstüne üstlük, bilgi ve becerileri de yetersiz. Yani bunca uyanıklık, soyut kavramlarla uğraşmaya başlamalar, felsefe ve din gibi konularda sorgulamaya başlamalar… Zor bir dönem. Geçmişte inanılan konuları sorgulamaya başlamak; ebeveynleri sorgulamaya başlamak, toplumu sorgulamaya başlamak, eğitim sistemini, geleceğini, yaşam şartlarını sorgulamak…

* Aslında bu dönemde yaptıkları en iyi şey sorgulamak.
Kesinlikle. Büyümek için sorgulamak gerekli.

* Peki bu dönemin hatırı sayılır oranda sancılı olması şart mı?
Tabi… Bu sosyal bir olay aslında. Fakat sosyal bir olay olmakla birlikte biyolojik sistem değişmedi. Yüz yıl önce de ergenlik vardı.

* Bilmem, sanki bizim zamanımızda yoktu. Ya da fazla kale alan yoktu?
Her zaman vardı. “Delikanlı” derler mesela gençlere. “Kavak yelleri esiyor” derler. Atasözleri, atalarımızdan gelme tabirler o dönemleri açıklamak için. Ergenlik önceden de vardı ama, işleniş tarzı, yani okunuşları farklıydı. Sosyal medyanın gelişmesiyle, artık çocuklar o kadar erken uyaran ile karşılaşıyor ki, imkanlar çok arttı. İmkanlar arttı, fırsatlar da arttı. Ebeveynler de daha bilinçli. O baskılamalar, yönlendirmeler biraz daha demokratik ortamlarda olmaya başladı. İş bu noktaya gelince ergenin dışavurumları artmaya başladı.

* Dışavurum iyi bir şey. Bırakın artsın mı diyorsunuz?

Şimdi bütün dışavurumlarda artışın sağlıklı olduğu söylenemez tabi, bunların sınırları var. Benim için de, bütün ruh sağlığında çalışanlar için de, doğal ruhsal süreçte olması gerekenlerle, aşırı olanları ayırmak gibi bir yükümlülüğümüz var. Doğal ruhsal süreçte, biraz başkaldırmak, 14-15 yaşına gelmiş bir ergenin ‘’anne ben senin gibi olmayacağım, şöyle yapacağım’’ demesi, ya da siyasi fikir ya da dini görüş olarak ‘’baba düşündüğün ne kadar yanlış!’’ Demeye başlaması kadar doğal bir şey olamaz. Ama dışavurumdaki fazlalık; kendine zarar verme, çevreye zarar verme, sosyal ortamda, özellikle arkadaş-akran ilişkilerindeki sorunlar tabi ki tamamen hoş görülemez. Bunun bir sınırı var. Bu sadece ergenler için değil tüm yaş gruplarını düşünebilirsiniz, bireysel ve sosyal yaşam kalitesini bozan her türlü konu bizim alanımızdır. Bunun içinde tabi ki dışavurumlar ya da dışa vurulamayan kaygılar, huzursuzluklar var.

* Birey olma sancılarının en yoğun olduğu bu dönemde, çocukların üzerinden silindir gibi geçen berbat bir eğitim sistemimiz var. Çocuklar, gençler, en sancılı dönemlerinde, sürekli kategorize edildikleri, amansız sınavlara tabi tutuldukları çarpık bir sistemin, tabiri caizdir, kurbanı oluyor!
Kesinlikle öyle, size katılıyorum. Belki zorlukları nasıl işlediğimiz önemli. Burada bence eğitim sistemi ve sosyal sistem çok önemli. Karamsarlık açısından önemli. Toplumsal karamsarlık… İşsizlik oranlarının fazlalığı, yaşam şartlarının zorlaşması, yaşam kalitesinin düşmesi, sadece ergende değil erişkinlerde de önemli tabi. Ergenleri yetiştiren yetişkinler de, ergenleri kendi kayıplarına göre yetiştiriyor. Sorunu, yani üslubunuzu, nasıl işlediğiniz önemlidir. Sorunsuz bir dünya yok zaten. Sorunsuz bir yaşam yok. Önemli olan onu nasıl işlediğiniz ve bu anlamda eğitim sistemi maalesef yarış haline geldi. Herkes en iyisi olmak zorundaymış gibi bir şey ile karşı karşıya…

* Herkes mühendis olmak zorunda gibi?
Bir çok mühendisin işsiz gezdiği bir ülkede, son derece bilinçsiz bir yarış içerisinde çocuklar. Aslında önemli olan yalnızca ders notları ya da akademik performans olmamalı. Paylaşımlar, eğlenceler, zevk, oyun, arkadaş ilişkileri… Bunlar o kadar önemli ki. Bunlara ebeveynler yer açtığında çocuklar için de bir şans oluyor, gençler için de.

* O caanım, Ayşecik ve Ömercikler, sancılı birer ergene dönüşürken ebeveynler ne yapmalı? Ya da neleri yapmamalı?
En sık gördüğüm zorluk, biraz önce bahsettiğim gibi, çocukluk odağı… O dönem bitti. Çocuklarımız, bağımlılık döneminden çıkıp artık bağımsız olmaya çalışıyor. Bağımsız olma ihtiyacındaki ergenler, anne-babaya tepki vermeye başlıyor, mesafeyi açmaya çalışıyor, yani mesafeyi ayarlamaya çalışıyor. Ebeveynler de genellikle burada çok ürküyor.

* Eyvah! Çocuğum artık beni sevmiyor kaygısı?
Evet, endişe bu. Beni dinlemiyor, istediğim vakitte eve gelmiyor, geç kalıyor, benim sevmediğim arkadaşlarıyla arkadaş hala… Ebeveynlere düşen esas iş, çocuklarının çocukluktan çıktıklarını fark etmek zorunda olmaları. Çocukluktan çıktılar, artık çocuk kadar bağlı olamazlar, olmamalılar. Bu, ebeveynin farkında olması gereken bir süreç. Çünkü ergen o, biraz bağımsızlaşacak ama aynı zamanda arada anne-babaya gelecek. Bu gelişler bazen bir şey sormak için, bazen bir şey aldırmak için, bazen yaşadığı bir şeyi anlatmak için, bazen sataşmak için. “sen bunu beğeniyorsun ama ben nefret ediyorum!” Diyecek. Bakın bunlar hep yaklaşma. Yaklaşmalarda ebeveynin de ergen kadar atarlı olmaması şart.

* Atar derken?..
Evet, gençlerle çatıştığımız için her zaman(gülüşmeler) alıştık artık, aşinayım gençlerin sözlerine. Ben de kullanır oldum. Bir miktar çatışma olacaktır, çatışmayı sıfırlamak, hep uzlaşmak gibi bir beklenti olmamalı ebeveynlerde zaten. Ama bu çatışmanın zararlı olmaması lazım her iki tarafa da. Ergen çok hızlı da değişen bir tavır sergiler. Sabah beğendiği bir şeyi akşam beğenmeyebilir.

Ergenlik Gelgitlerin Yaşandığı Araf Bir Dönem

* Gece başka, gündüz başka! Ergenlik nasıl bir şey ki, sabahtan akşama, zevk ya da fikir değişebiliyor? Ne oluyor o esnada bu çocuklara?
Onlar da bilmiyor ki…

* Tıp biliyor mu? Psikoloji ne diyor bu işe?
Tıbbın da bilmesi gerekmiyor. Bu bir süreç. Dedim ya, bu bir doğum süreci. Sancısız olabilir mi? Sancısız bir doğum var mı? Bu sancıdan korkmamak lazım ama bu sancıyı arttırmamak da lazım. Sancılı olacak diye çok tepkisel davranışları da normal karşılamak gerekmiyor tabi. Buradaki en önemli nokta, uyanık olmak lazım. Yani ebeveynin bilmesi gereken şu: Bu sancı olacak. Bu dönemde çocuğuna eşlik edebilmek, karşı taraf olmadan eşlik edebilmek önemli.

* Karşı taraf olmak?.. Nasıl mümkün olabilir ki?
Maalesef bu yaşanıyor. Bazen çok müdahale edeyim ve her şeyi çözeyim diyor ebeveynler. Tıpkı çocukluktaki gibi, ben onun her ihtiyacını ayarlayayım diye düşünen ebeveynler çok çatışıyor çocuklarıyla.

* Onların yaşamındaki başrolü kaptırmaktan mı korkuyoruz?
Ailenin dinamik ilişkiler içinde olmasını öneririz. Aile çocukların yaşıtlarıyla bile uyum içinde olabilmeli. Çünkü ilişkiler değişebilmeli… Bunu kabul etmeliyiz. Bunun tersi olarak, gerçekten ilgisiz kalınan, bir şekilde ihmal edilen ergenlerin işi de çok zor oluyor. Çünkü onlar, her ne kadar bireyselleşmek isteseler de anne babaya ihtiyaç duyuyor. Hani sabahtan akşama fikir değiştiriyorlar ya. Önce, “senden nefret ediyorum! Sen berbat bir anne-babasın!” Deyip, iki saat sonra, “ay canım benim, bizim sınıfın en tatlı annesisin sensin” diyorlar… Yani bunu içinde barındırabiliyor ergen. Bu kadar zıttı barındırabiliyor ve bu anormal değil. Bunu bilmemiz çok önemli.

* Ebeveynlerin işi de gerçekten çok zor.
Şöyle ki, ebeveynin hoşgörüsü ile ilgili bir şey bu. “Ya evet, ben de o kadar iyi bir erkek-kadın değilim“ diyebilmek… Onun bireyselliğini kabul edebilmek önemli. Bireyselleşmeyi kabul etmekle birlikte, onu erişkinleştirmemek, değişebileceğini bilmek. Dönüp geldiğinde, “sabah bana böyle demiştin!” dememek. Bazen bunu ergen de yapabiliyor. Kendiliğinden gelip, “ya anne-baba, dün ben seni çok kızdırdım!” Diyebiliyor.

* Nasıl yaklaşıyoruz o anda?
“Olur bunlar. Ben kızdım, sen de kızdırabilirsin canım. Bazen insanlar kızar, kızabilir birbirine. Sen de bana kızabilirsin, yani çatışabiliriz” diyebilmeliyiz. Çatışmaya bile zemin hazırlayabilmek önemli. Ama tabi bunların bir sınırı da var.

* Yüzgöz olmamak?..
Her ailenin sosyo-kültürel sistemine göre, sabah kalkış, akşam yatış saatleri, yemek saatleri var. Bunlar, bir binanın kolonları gibidir aile için. Evden çıkma ve eve geliş saatleri her ailede değişebilir ama bir tutarlılık olmalıdır. Sonuçta tam bağımsızlıktan da bahsetmiyoruz.

* O kadar da değil! Diyebiliyoruz?
Kesinlikle… O ikisinin arasındaki sınır, yani çocuk bağılılığıyla erişkin bağlılığı arasındaki sınırdır bu.

* Araf dönem bir nevi?
Aynen. Bu bir araf dönem… Ben bazen dansa benzetirim, dans gibidir ebeveynin bu sınırı ayarlayabilmesi çok önemli. Çok sık karşılaşıyoruz, ebeveynler bazen ergenlerden tam tutarlılık bekliyor ve bulamadıklarında panikliyor. Akşam beşte gelecekti çocuk ve çeyrek geçe geldiğinde kıyamet kopabiliyor, ya da on beş dakika yüzünden kıyamet kopabiliyor. Ne oluyor sonra? Ne yapıyor ergen? Yalan söylüyor! Arkadaşıyla laklak etti halbuki, ama “dolmuş gelmedi” diyor. Bu sefer anne-baba, “sen yalancısın!” demeye başlıyor. Evet, beşte gelecekti çocuk. Altı buçukta, yedide gelince bir sorun, “kızım-oğlum nerdeydin? Sana az mı geliyor bu süre? Ne oldu?” O hoşgörü, ergeni kontrol edebilmek için biraz ilişkinin esneyebilmesi, kendi duygularının esiri olmaması için çok temel bir şey.

* Sanrıların aksine, gençler umutsuz bir vaka değil?
Ben bu gençlerden umutluyum. Toplumsal olarak durumumuz ortada çünkü. Zamanında yaşanmış bireyselleşme meseleleri, çözülmüş bireyselleşme meseleleri her zaman erişkinin daha verimli olabilmesi demektir. Daha tutarlılığı, daha barışıklığı demektir. Bu günün ebeveynlerinin, erişkinlerinin geçmişteki bireyselleşme süreçlerini görmek zorundayız ya da düşünebilmek zorundayız. Zaten çatışmalar o yüzden kanlı bıçaklı oluyor.

Bu Yaş Çok Kırılgan, Eğitimciler Bunu Bilmek Zorunda

* Peki ya bu sürecin en önemli kahramanları olan, olması gereken eğitimciler?.. Sizce onlar, nasıl hassas bir dönemle karşı karşıya olduklarının yeterince farkında mı?
Bu soru için teşekkür ederim. Şimdi gerçekten düşünürsek, çocukların en az yarım günü eğitimcilerle geçiyor. En az yarım gün… Pek çok çocuk içinse tam gün. Yani çocuklar ebeveynleri kadar neredeyse eğitimcileri görüyor. Eğitimcilerin bence en çok görmesi gereken konu bu, ki aslında bakarsanız bu dönemindeki tecrübeli eğitimciler, özellikle mesleğini seven insanlar kendiliğinden kapıyor bu duyguyu. Bu yaş çok kırılgan, bunu bilmeleri lazım. Bunu biz ruh sağlığında şöyle açıklarız: Gelişmekte olan bir ego ve zihinsel süreç var, tıpkı yani yılanın deri değiştirme döneminde hassas olduğu dönem kadar hassas bir dönem. Yani bu dönem “kız sen yüzünü yıkamadın mı?“ Dediğinde de, depresyona girebiliyor ergen, ya da “oğlum senin ayakların kokuyor“ denildiğinde de içine kapanabiliyor. Ya da, “bu ne biçim kağıt! hiç mi kafan çalışmıyor?“ Denildiğinde… Çok kırılgan bir dönem, eğitimciler bu dönemi bilmeli. Kırılgan ama acımasız davrandıkları bir dönem. Ergenlerin içgörüsü yeterli değildir. Hep doğru şeyleri düşündüklerini zannederler ama öyle davranmadıklarını fark etmezler. Bu hafif bir içgörüsüzlük dönemi, o yüzden eğitimcilerin ergene yaklaşırken hırpalamaması çok önemlidir. Onlarla rekabete girip, otorite adına sert çıkışlar yapmak ciddi bir yanlıştır. Bunlar en çok dikkat edilmesi gereken konular.

* Ve ergenlik, çocukların en çok beğenilmek istedikleri dönem… En çok süslenilen, en abartılı olunan?..
Evet, ayna karşısında geçirecekler zamanlarının önemli bir kısmını.

* Bu sağlıklı mı?
Sağlıksız mı olabilir?

* Bilmiyorum, hem öğrenmeye hem de çaktırmadan tüyo almaya çalışıyorum.
Emin olun çok sağlıklı, çünkü onlar değişiyor. Çocuk yüzü gidiyor, çocuk vücudu gidiyor, vücut değişiyor, erkeklerin bıyıkları çıkıyor. Aynada bakıyorlar kendilerine. Keşfetmek için bakıyorlar.

* Bazen çok bakıyorlar.
Bakmak zorundalar. Kaşı, gözü büyük mü? ‘’Arkadaşımın burnu küçük, benimki büyük. Onun kulağı böyle, benimki şöyle. Onun saçı şöyle, benimki böyle.’’ O bakış hem büyüme çabası, hem keşfetme çabası. O bakış çok önemli ve sağlıklı. Günde iki saat aynaya bakar, bir saat ders çalışırsa, hepsini biraz yapıyorsa iyi. Sadece aynaya bakıyorsa hiçbir şey yapmıyorsa belki eğitimcilerle desteklenir. Hadi bakalım, sen şunu da yap, bir on dakikaya yap da getir. Evde yarısını yapmadıysan şurada bitir. Tamamen boş vermişlik değil yani. Eğitimcinin de yön vermesi önemli. Ama verdiği yönde aceleci ve ısrarcı olmaması gerek. Bazen bakarsınız ergen hiç kitap açmaz. Ama evde ve okulda birkaç öğretmeninden, ‘’aaa, sen fizikte baya iyiymişsin. Kafan coğrafyaya çok yatkın’’ sözlerini bir duysun, başlar on dakika ya da yarım saat çalışmaya.

* Bütün mesele motive etmek?..
Evet. Motivasyonu bilinçli ve yavaş yavaş yapmak… Bazen eğitimciler de hemen istiyor. Ben söyledim niye yapmıyor? Nasıl yapmaz? Bu çatışmanın çok faydası yok. Hiç çalışmayan bir çocuk bile on dakika derse oturduğunda, ebeveynin ‘’aaa, ne güzel, bugün sen baya baktın. Eline sağlık’’ diyebilmesi lazım gerek.

* Gerçekten mi?
Elbette. Bakın pozitif motivasyon diye bir şey var. Unutmayın, bunlar genç, erişkin değil. Erişkin gibi çatır çatır kavga edemezsiniz, onlar daha kırılgan. Onların biraz da motivasyona ihtiyacı var. Bireyselleşecekler ama biraz da korunmaya ihtiyaçları var. Bir de şunu unutmayalım lütfen. Çocukların ve gençlerin potansiyelleri farklı farklı. Yani değişik alanlarda, sayısal alanlarda, sözel alanlarda farklı potansiyeldeler. Bunu bilmek de çok önemli. Yani yapamayacağı şeyleri ya da hazır olmadığı şeyleri hemen beklemek uygun değil.

* Herkes kimya dersini sevmek zorunda değil.
Evet. Hepsi farklı yapılara sahip. Eğitimci ve ebeveynlerin bunu bilmesi çok önemli. Eğitim sürecinde bazı durumlar çok feveran yaşanıyor. İşte bu TEOG, üniversite sınavları, okul sıralamaları… Oysa bugünün ebeveynleri çocukluklarında bunu yaşamadı. Gençlerin durumu şu anda hiç de kolay değil. Tamam, tepki verebiliyorlar ama onlara sunulan yaşam şartları daha çok siyahlarla dolu maalesef. Yani bunu görmek zorundayız. Bir çocuk TEOG’dan düşük puan alabilir, üniversite sınavından düşük puan alabilir. Ama marangoz olup, çok para kazanıp, çok mutlu bir adam olur. Bu yarış psikolojisi, rekabet psikolojisi maalesef ülkemizde çok sağlıksız. En çok çocuklar ve ergenler etkileniyor bundan. Eğitim sistemimiz bu çok yönlülüğe izin vermiyor. Puanlamaların ve akademik performansların çok önde olması büyük sorun. İnsan biyo-psikososyal bir varlıktır. Çok iyi paralar kazanabilir. Çok gözde bir meslekte olabilir. Ama mutsuzsa sağlıklı olmayabilir. Zaten yaşam da böyle. İnsanların yaşantısı da böyle. Çocuklarımız ve ergenlerimiz için de böyle. Mutlu, sağlıklı ve başarılı olsunlar tabi ki, ama sevdikleri, becerdikleri işlerde. Erişkinlerin rekabeti ya da eğitim sitemininin rekabeti… Burada ticari rekabet de dahil pek çok faktör var ama dişliler altında ezilen çocuklar ve gençler.

Ve En Büyük Tehlike: Ergenlerde Özkıyım Eğilimi

* Geçtiğimiz günlerde kahredici bir kayıp yaşadık. Küçücük bir evladımız, hayatın yüküyle başa çıkamayıp yaşamına son verdi. Ve bu korkunç olay bizi, ergenlerin yaşadığı baskılara yeniden dönüp bakmaya mecbur etti.
Teşekkür ediyorum bu sorunuza gerçekten. Bütün dünyada ergenlerde özkıyım oranları artmakta. Gerçi bu konuda hala Türkiye, Avrupa ve Amerika’nın gerisinde. İşte bahsettiğimiz o bireyselleşme sürecinde, ergenlerin gelgitlerde, eğitimcilerin, ebeveynlerin uyanık olmasında fayda var. Uyanıklıktan neyi kastediyorum? Bu çok önemli bence. Arkadaş çevresi nasıl? Kimlerle konuşuyor? Buluştuklarında nereye gidiyorlar? Yazışmalarını takip etsinler diyemiyorum, çünkü onlar özel alan oluşturmaya çalışıyor ama sosyal medyada yazışırken yüzleri gülerek mi yazışıyorlar? Suratı beş karış olup odasına mı kapanıyor? Oradaki duygu ne? Birebir takip edemeyebilirler. Tabi ki etmesinler, çünkü bu iş eğer saklambaca dönerse ergen daha çok kaçar erişkinlerden. Okulda nasıl? İçine kapanma gibi belirtiler var mı? Ya da söylemleri nasıl? Kendilerine zarar verme düşüncelerini söylemeye başlamış mı? Ya da yakın zamanda bir arkadaşından duymuş mu? Ya da yakın zamanda bir aile bireyinin böyle bir girişim yapması, kendine zarar vermesi gibi bir şey yaşanmış mı? Bunlar hep dikkat edilmesi gereken konular. Her zaman olduğundan daha öfkeli ya da daha fazla içine kapanık mı? Uyku ya da iştah ile ilgili zorluklar var mı? Bunlara dikkat edilmesi gerekiyor. Bunlarda belki konuşabilmek de önemli, çünkü ergenlik çağında insanların kendine zarar verme düşüncesi, bazen özkıyım ile ilgili öleyim de kurtulayım ya da kendimi şimdi keseceğim gibi söylemleri de olur gerçekten.

* Hepsi eyleme dönüşmüyor?
Evet, çünkü ergenlik, sosyal yaşama doğmak gibi olduğu için bazen çaresizlik, kaygı hissettikleri, ifade ettikleri olur. Nasıl olduğunu, aklına ne geldiğini; korkmadan, yok saymadan, paniklemeden konuşabilmek gerekir. Durumu nasıl? Bir de gençlerin kendi ifadesi nasıl? Bunda uyanık olmamız lazım. Çünkü genellikle kendine zarar vermeye eğilimi olan gençlerde yardım alma isteği olmuyor. Ya da az oluyor.

* Özkıyım dediğiniz şey gerçekten çok tedirgin edici bir konu.
Kendine zarar verme… Bazen vücuduna zarar veren gençler oluyor. Onlar dışarıdan yardım almaya eğilimli tipler olmuyor. O yüzden çevrelerindeki erişkinlerin dikkatli olması çok önemli. Çok çetrefilli bir dönem. Sabah keyiflidir. Öğlene çok öfkelidir. Erkek arkadaşına ya da kız arkadaşına bir şey ispatlamak ihtiyacındadır. İki saat sonrasını düşünmeden impulsif bir eylem olarak karşımıza çıkar. Ama hem söylemleri hem de kendine girişimleri basit şeyler bile olsa, üç tane aspirin almış bile olsa önemlidir. Bazen aileler önemsemeyebilir, ama aslında bunlar gerçekten çok önemlidir.

* O basit gibi görünen eyleme ihtiyaç duyması bile önemli bir işaret?..
Aynen. Ufak gibi görünen şeyler, söylemler mutlaka dikkate alınmalıdır, es geçilmemelidir. Yani ‘’gençtir canım, bunlar hep böyle’’ değil işte. Dedim ya, o hani biraz izin verip biraz mesafe koymayla duyarsızlaşmama arasında bir yerde durması, iyi takip edilmeleri önemli. Uyanık olmak, değişim olabileceğini bilmek önemli.

* Aslında çözümün özü sağlıklı bir iletişim kurabilmekten geçiyor. Dolayısıyla en büyük iş, ebeveyn ve eğitimcilere düşürüyor.
Kesinlikle. Çaresizlik duygularına kapılmaları, dışa açılamama ve yardım alamama halleri oluyor. Kendileri yardım isteme girişiminde bulunamıyor, o yüzden gözlem çok önemli.

Kanatlarını Koparmayın! Bırakın Savrulsun Saçlar, Sürülsün O Rujlar

* Cinsiyetçilik de ergenlerin karşısına dikilen ve hatta onları ezen en zalim ve çirkin sorunlardan biri. “Kısa giyme yollu derler, yüksek sesle gülme edepsiz sanırlar!” İşin vahimi, bu söylemler, ortalama insanı aşıp, bazen eğitimcilerin bazen de ülkeyi yönetenlerin yargıları haline gelebiliyor.
Evet, maalesef pek çok kesimde bu etki var. Bu nasıl işlendiği ile çok ilgili. Ergenlik çağı, biraz böyle fışkırdıkları bir çağ ya, kabak çiçeği gibi açılma zamanları… O tür girişimler, pespembe rujların sürüldüğü, gözlerin boyandığı dönem geçici bir dönem. Paniklememek lazım. Ergen bir kız, ergen bir çocuk, hatta belki erkeklerde de bu baskı var. Hani o tuhaf rujların, göz makyajlarının, dibe kadar çekilen eteklerin, savurulan saçların erişkinleri panikletmemesi çok önemli. Sonuçta bilmemiz gereken şey, insanlar giyimine göre yargılanmamalı. Toplumsal bazı tabular var, ama madem gelişiyoruz, madem yirmi birinci yüzyıldayız bu biraz nasıl işlendiğine de bağlı açıkçası. O etek erişkin bir kadında kendi istediği boyuta gelecektir. Böyle taa dibinde kalmayacaktır genellikle. Buna evde hoşgörü sağlayabilirseniz, dışarıdan gelen olumsuzluklarda ergen o kadar travmatize olmuyor. Diyebiliyor ki babasına, ‘’ya bana pis pis baktılar, ne terbiyesiz erkekler bunlar!’’

* Peki ya baba, bu kadar kısa giyersen tabi bakarlar! Diyorsa?..
İşte bu evin istismarı oluyor. Bunu evde yapmamak lazım. Mahkemeler yaptığı zaman çok öfkeleniyoruz. Çocuk hakları söz konusu. Çocuk ve ergenler korunması gereken varlıklardır. Onların giyim tarzı, sürdükleri rujun rengi öncelikle evde etiketlenmemeli. Bunu belki önümüzdeki çağlar başaracak. Ergenlik döneminde bunları travma yaşamadan anlatabilirse, ileride yetişkin olduğunda, giydiği etekle ilgili laf söyleyen birisine, “sen kısa etek sevmiyorsun herhalde bilmem ne bey!” Diyip geçer. Bu tamamen duygusal gelişen bir şey. Karşınızdaki insanın sözüne travmatize olmazsanız, kendinizi baskı altında hissetmezsiniz. Baskı neden kaynaklanır? Tek yönlü değildir hiçbir zaman. İki yönlüdür. Bir baskı yapan vardır bir de baskıyı alan vardır. Etkileneni unutmayalım. Önemli olan travmatize olmamak burada. Bireysel hakların tabii ki yenmemesi. İnsanların eteğine ya da giyim tarzına göre kişisel haklarının eşit olması gerekiyor ama, sosyal baskı dediğimizde baskılayan kadar baskıyı alan kişiyi de düşünmemiz lazım. Almamayı becerebilmek, sağlıklı ergenlik dönemi ile çok ilişkili.

* Kanatlarını koparmamamız gereken güzel ve akıllı çocuklar yetişiyor.
Kesinlikle. Dediğim gibi, ben çok umutluyum onlardan. Malzemeleri çok fazla. Çok şey öğreniyorlar. Öğrendiklerini çok hızlı yorumlayabiliyorlar. Bireyselleşme konusundaki fırsatları otuz yıl öncekine göre çok daha fazla.

 

http://www.lodoshaber.com/ergenlik-yeniden-dogmaktir-ve-hicbir-dogum-sancisiz-olmaz/